Translate

Sunday, March 30, 2014

Sandıktan Ne Çıktı?



2014 yerel seçimleri sonunda anlaşılan o ki : Halkın büyük çoğunluğu ulaştıkları maddi imkanları koruyabilecekleri veya dindar bireyler olarak kabul ve saygı görebilecekleri konusunda  muhalefetteki iki büyük parti olan MHP ve CHP’ye güvenmiyor. Bu durumda MHP ve CHP’ye görülen yol partilerin birleşmesi; CHP içindeki radikallerin partiden tasfiye edilmesi, partiye –başlangıçta- söylemlerinin samimi olduğuna ikna edici  bir liderin -gerekirse MHP kökenli biri- gelmesi Türkiye’de muhalefeti iktidar karşısında güçlü hale getirecektir.

Bu iki partinin birleşmeleri halinde bile başarılı olmaları için CHP’li parti üyeleri ve seçmenlerinin, günlük hayatta ve sosyal medyada, kendilerinden farklı düşünen AKP seçmenini aşağılayan, onları hakir gören bir dil kullanmaktan derhal uzaklaşmaları gerekiyor.

AKP siyasetçileri CHP’nin eski kadrolarını çok iyi tanıyorlar ve onlarla nasıl baş edeceklerini tabir yerinde ise onları nasıl kündeye getireceklerini iyi biliyorlar. Önümüzdeki  dönemde CHP’li eski kuşak arka planda kalıp partideki yeni kuşak milletvekilleri ile genç kadın milletvekillerini ön plana çıkarırsa  rakiplerini şaşırtabilir, onlar yeni bir strateji geliştirene kadar daha fazla seçmene ulaşmış olabilir.


CHP’nin muhafazakar kitlenin AKP ile kazandığı hak ve özgürlüklerini kaybetmeyecekleri konusunda güven telkin edici bir söylem ve bunun arkasında bir bir tane bile aykırı ses olamayacak şekilde sağlam duracak bir siyasete ihtiyacı var. Bu konu CHP için Aşil’in topuğu meselesi. Başörtülü kadınların çalışabilmesi, üniversitelerde başörtüsü serbestliğinin devam etmesi bu özgürlüklerin nirengi noktası.




AKP'ye Kimler Oy Verdi?



2014 yerel seçimleri CHP ve MHP seçmenini hayal kırıklığına uğrattı. Gezi olayları ile iktidar karşısında mağdur olan CHP seçmenleri kendileri için kendi grupları dışından bir destek bulamazken AKP iktidarıyla ve belediyeler marifetiyle bir takım maddi imkanlara ulaşan, kendine göre sınıf atlayan, büyük bir kitle; yeni iş kazanan veya işinde açılım yapan orta ve üst sınıf ve kendilerini bir siyasi partiye ait hisseden mütedeyyin bir grup dışarıdan gelen bütün müdahalelere rağmen AKP’ye oy vermekte ısrar etti.  Bu kitle, başbakanın otoriter tavırlarını ise kendilerine sahip çıkan, onları CHP’den ve CHP’li gruplardan gelecek baskılara karşı koruyacak olan bir güç olarak algıladılar. Bu yüzden AKP’li bakan ve danışmanlar ile  başbakan ve oğlu arasındaki tape kayıtlarınına karşı refleks göstermediler.

Bu seçimlerde enteresan olan bir başka konu, AKP seçmeninin oyunu sadece partiler arası bir tercih yaparak kullanması değil; aynı zamanda CHP seçmenine karşı bir savunma olarak kullanmasıdır. AKP seçmeni tarafından kendilerini aşağılayan ve hakir gören CHP’lilere karşı AKP’li politikacılar bir sığınma yeri olarak görülüyor. Başbakanın özellikle CHP’li kitleye karşı kullandığı ayrımcı ve aşağılayıcı dil ise (gezide kullandığı ‘çapulcular’ sözü) AKP seçmeninde sadece eşit vatandaşlar olmaktan dolayı yaratması gereken etkiyi  yaratmıyor. Çünkü onlar kendine yöneltildiğini düşündüğü bu dili başbakan aracılığı ile geri yansıtmış oluyor. AKP seçmeni başbakanı herkesin başbakanı olarak değil kendi başbakanları olarak görüyor ve bu da onları başbakan etrafında kenetliyor.

AKP’ye oy veren ve teknoloji kullanan orta eğitimli bir kitle başbakan hakkında çıkan dinleme kayıtlarından rahatsız oldu. Yolsuzluk konusu onların düşüncelerini biraz karıştırdı. Ancak Dışişleri Bakanlığında üst düzeyde gerçekleşen konuşmanın kayıtlarının verilmesi bu insanların milliyetçi duygularına hitap etti ve başbakan da konuyu seçim kampanyasının bir malzemesi olarak kullandı. Böylece evlerde saklanan milyonları aşkın paralar, yargıya yapılan müdahaleler, basının kontrol altına alınması unutuldu ve tüm dikkatler ulusal güvenlik ve casusluk meselesine indirgendi. AKP seçmeni için olayları analiz edecek zaman kalmadı.

Kanun maddesi açık olduğu halde  (Madde 57 – (Değişik: 8/4/2010-5980/6 md.) Siyasi  partiler ve adayların, bu fıkrada  belirtilenler dışında  herhangi bir hediye  ve eşantiyon dağıtmaları, dağıttırmaları veya bunların üçüncü şahıslar ya da kurum ve kuruluşlar aracılığı ile dağıtılması yasaktır.) bir takım partililerce ev ziyaretlerinde götürülen hediyeler AKP ile kimlik veya maddi bağ kurmamış olan kişileri etkiledi.



Saturday, March 22, 2014

Paralel Cemaat



Gülen Cemaati devlet içinde paralel bir yapı oluşturmak ve siyasi iktidarı devirmeye çalışmakla iktidar tarafından suçlanıyor. Bu durumun Türk siyasetini nereden nereye götüreceği konusundaki düşüncelerimi daha önceki yazılarımda belirttim.

Bugün “Cemaat”in paralelliği üzerine yazacağım.  Cemaat’in kendi içinde halkalarının olduğu bir gerçektir. Cemaate yeni girenler, eğitim düzeyi nispeten geride olanlar, gençler  veya fikir ve yaşam tarzı olarak Cemaat ile aynı olmayanlar bu dış halkada kalır. Bu halka her siyasi görüşten her inançtan her ırktan kişilere açıktır ve son derece hümanisttir.  Bu halkaya girenler; samimi, inançlı, insan haklarına saygılı Müslüman bir kitle ile karşılaşırlar. Onların kendilerinden farklarının dini inançları olduğuna inanırlar ve onların samimiyetlerini takdir ederler. Bu halkada çalışan insanlar özverili, yeni fikirlerie açık, öğrenmeyi ve gelişmeyi seven insanlardır. Yardımseverdirler ve bunu karşılık beklemeden yaparlar.

İkinci halka akademik seviyede eğitimli bir kesimdir. Bu grubun toplumsal olarak saygın bir staüsü vardır ve bu grup organizatördür. Birinci halkanın aksine bu halka kararlar alır. Bu grup aynı zamanda siyasi olarak dış çevre ile etkileşimi sağlayan bir gruptur. Politizasyon bu halkada yüksektir.

Üçüncü halka yabancıların CEO diye tanımladıkları halkadır. Bu grup uluslararası olarak faaliyet gösterir.

Bundan sonrasını ben bilmiyorum. Ama yazının hacminden anlaşılacağı üzere büyük çoğunluğu birinci halka oluşturur.

Genel olarak şunu söyleyebilirim. Cemaat üyeleri bugün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin pek çok fırsata rağmen hantal ve kendini beğenmiş bürokratik yapısını kıramadığı için gerçekleştiremediği potansiyel Türk gücünü harekete geçirmiştir.  Siyasiler ne derse desin bu insanları dış güçler motive etmedi aksine kendilerini eritmeye çalışan bir sistem içinde var oldular.  Bugün her ülkeden siyasilerle görüşüyorlar, onları Türkiye’ye götürüyorlar ve ağırlıyorlar; onların Türkiye ve Türk halkı ile algılarını değiştiriyorlar. Kendi lobicilik faaliyetlerini yürütüyorlar.

Her büyük organizma gibi cemaatin de yutan bir yapısı var. Ayarıca kadınların rolünden  liyakat ilkesine kadar eleştirilecek pek çok noktası da mevcuttur. Bunlara rağmen bence Cemaat’i yok etmek yerine dindar ve dindar olamayan cemaatlere imkanlar vererek Türkiye’nin önünü daha açabilirsiniz. Devletin rolü bu tür yapılanmalar arasında denge oluşmasını sağlamak; bir tarafın tekelini meydanlarda bağırarak, tehditler savurarak değil reel politikalarla kırmak, adaleti sağlamaktır.



Thursday, March 20, 2014

Seçimler ve Sokaklar

Türkiye’nin ses kayıtları ve yolsuzluk iddiaları içinde gittiği 2014 mahalli seçimleri vesilesi ile seçim kampanyaları hakkında birkaç söz söylemek istiyorum.

Seçim kampanyaları Türkiye’de panayıra döner. Bayraklar dalgalanır, şarkılar çalınır, insanlar sokaklarda birikirler.  Bunlar bana oryantalist Ortadoğu film sahnelerini hatırlatıyor; hani sokkalarda yılanların oynatıldığı, dansözlerin göbek attığı filmler… 1950’lerden beri şehirlileşen Türk insanları artık şehirleri yaşam alanlarını nasıl oluşturacaklarını ve kendilerini bu kirlilikten nasıl kurtaracaklarını düşünmeye başlamak zorundadırlar. Geçici bir süre için eğlenceli olarak görülen bu tür ortamların çeşitli tehditleri vardır.

Birincisi seçim kampanyalarındaki gürültü kirliliği şehirli insanların ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. Zaten beton yığınları arasına sıkışmış şehirli insanlar bir de metal seslere boğulmaktadırlar. Klaksiyon sesleri, parti müzikleri vs. gelişmiş toplumların tevessül etmeyeceği kampanya durumlarıdır. Ayrıca,  rastgele asılan afişler, flamalar da görüntü kirliliğine  yol açmaktadır.


İkinci nokta seçim kampanyalarında seçim bürolarında veya sair yerlerde dağıtılan ücretsiz çay, yemek servisleridir. Bu ücretsiz dağıtımlar, adil yarışmanın önünü kapatmaktadır. İnsanların seçimlere giden süreçte bu şekilde yönlendirilmesi bir tür yolsuzluktur. Oylar üzerinde anlık etkilerde bulunarak seçilmiş/seçilecek elitlerin kendi statülerini garanti altına almak için rüşvet dağıtmasıdır. Bu tür rüşvetlerle halkı manipule etmek suçtur.

Üçüncü nokta seçim kampanyalarının aşırı sesli ve renkli aktivitelerle bilinci yok etmesidir. Kendi sokağında, apartmanında, kasabasında olayı şenlik çerçevesinde algılayan insanlar seçimlerin ciddiyetini idrak etmekten öte bir grup psikolojisi dahilinde ve eğlence havası içinde bir nevi trans halinde oy kullanmaktadırlar. Bireyselliği ikinci plana iten ve bu ortamlarda kollektivist bir bilinç oluşturan seçmen kitleleri -ayrıca da- militanlaşmaktadır.

Toplumun bir parçası olan çocuklar da bu panayır havasında geçen seçim ortamlarına sürüklenmektedirler. Siyasi partilerin kendilerini görselleştirdiği ve işitselleştirdiği sokaklar çocukların da bilinçaltını etkilemektedir.

Demokrasinin sağlıklı işlemesinin sağlıklı seçmenlerin yetişmesine bağlı olduğu unutulmamalıdır.  Bunun için seçim kampanyalarının sessizleştirilmesi gerekmektedir.


NOT: Yazımı bitirir bitirmez Türkiye’de Twitter’in yasaklandığını öğrendim. Bu konuyu sonraya bırakıyorum.