Translate

Sunday, June 23, 2013

Türkiye nere, Brezilya nere?

Siyasetçiye Güvensizlik ve Yargının Siyasallaşması

Brezilya’da çoğunluğunu gençlerin teşkil ettiği göstericiler bir haftadır eylem yapıyorlar. Olaylar, toplu taşıma ücretlerinin artırılması üzerine  küçük bir grubun gösteri düzenlemesi ile başladı. Sosyal medya aracılığıyla etkileşen insanlar önce büyük şehirlerde sonra ülke çapında sokağa döküldü.

Polisin göstericilere karşı gözyaşartıcı bomba kullanması kitleleri tetikledi ve gösteriler 100’den fazla şehre yayıldı. Her ne kadar devlet başkanı Dilma Rouseff, göstericilere karşı şiddet kullanılmayacağını açıklasa da polis göstericileri dağıtmak için gözyaşartıcı bomba kullanmaya devam ediyor.

Halkın sokağa dökülmesinin sebepleri iki başlık altında kendini gösteriyor: Siyasi partiler (tabii ki parti liderleri) ve  yargıya karşı güvensizlik. 

Göstericilerin talepleri, Türkiye’deki göstericilerin özgürlük ve yaşam biçimlerine saygı taleplerinin aksine ekonomik temelli. Devlet başkanı  toplu taşıma hizmetlerinin artırılacağı, petrol gelirlerinin  eğitime harcanacağı ve sağlık hizmetleri sunulacağınının sözünü verse de sosyal haklar talebiyle göstericiler halen sokaktalar. Ayrıca  halk vergilerin azaltılması, yolsuzlukların sona ermesini de talep ediyor.


Brezilya’da ekonomik sebeplerin yanısıra halkın öfkesini besleyen bir başka olay,  halen tutuklu olan pek çok siyasetçinin (benim bildiğim 40’tan fazla siyasetçi) ceza almasını engellemek için savcıların yetkilerini kısıtlayan bir kanunun (PEC 37) çıkarılması . Bu kanun yolsuzluklar dolayısı ile tutuklu bulunan siyasetçilerin ceza almasını engelleyecek.

Devlet mekanizmasında güçler birbirini frenleyemediğinde ve özellikle muhalefetin cılız kaldığı demokrasilerde halk kendine görev veriyor.  Özellikle yargıya güven kalmayınca halk kendini sokağa atıyor. Toplumun uzun vadeli huzuru için yargının siyasallaşmasına izin vermemek gerekiyor.




Tuesday, June 18, 2013


Yaz programında dersler çok yoğun olduğu için bu hafta birkaç gün yazamayacağım. Yazılarımı bekleyen okuyucularımdan özür diliyorum.

Sunday, June 16, 2013

Örtüşen Uzlaşma Alanları Yaratmak

Gezi parkı protestoları, şimdiye kadar laiklik üzerinden siyaset  üreten muhalefetin siyasi yönünü değiştirmeyi; iktidara karşı refleks gösteren dindar kesimi de aralarına alarak AKP seçmeni arasında bir kırılmayı hedefliyor. Başbakan durumu iyi anlıyor ve sertleştikçe sertleşiyor.

Sosyal ortamda paylaşılan kandil mesajları, gösterilerde sahip çıkılan  Antikapitalist Müslümanlar grubu –bu grup AKP’ye oy veren dindar kesimi temsil etmiyor ancak iktidarı destekleyenlere göstericilerin dine karşı olmadığı mesajını iletiyor- ve başörtülüler üzerine paylaşılan videolar çevreci hassasiyetle başlayan gösterilerin iktidarın nüfuz ettiği alanı kırmaya yönelik güç mücadelesine dönüştüğünü gösteriyor.

İktidar baskı güçleri (polis ve asker) kullanarak göstericileri dağıtmaya çalışırken onları daha da öfkelendiriyor. Türkiye’nin öfkeli bir gençliğe mi ihtiyacı var? Devlet eliyle zarar gören bu gençlerin öfkeli ailelerine mi ihtiyacı var?

Siyasilere karşı oluşan güvensizlik ortamından bir an önce uzaklaşmak gerekiyor. Yeniden güven tesis etmek tüm siyasilerin topluma karşı görevidir.

Bir toplumda din ve felsefe ekseninde gelişmeyen her türlü uzlaşmazlığın çözümü geliştirilebilir. Türkiye’de de durum çözümsüz değil.

İktidara düşen görev: Katılımcı demokrasiyi yerel yönetimlerden ülke geneline kadar aktif hale getirilerek gruplar arasında uzlaşma yaratması gerekir.

İktidar ve muhalefetteki tüm siyasilere düşen görev:  Gençleri sakinleştirmek için Siyasi Etik Kanunu işlevsel olarak ve kamuoyu ile tartışılarak yeniden meclise getirmeleri gerekir.

Muhalefete düşen görev:  Ortak bir yasal düzenleme girişimi ile parti ayrımı yapılmaksızın tüm siyasi parti teşkilatlarının veya belediyelerin vatandaşlara ayni ve nakdi yardım yapmasının önünün kapatılması veya bu yardımların kaynaklarının o bölgede yaşayan insanlara açıklanmasının istenmesi; ihtiyacı olanlara yardımların ise sivil toplum kuruluşları tarafından organize edilmesinin sağlanması gerekir.

Böylece toplumun bir kesiminde siyasetçilere karşı yok olan güvenin yeniden tesisi için bir başlangıç yapılmış olur.


Toplumun bütün olarak düşünülmesi gerekir. Herkesin iyiliği için farklılıklar iyi tespit edilip örtüşen alanlarda uzlaşma bulunmalı.

Thursday, June 13, 2013

Büyüklük Kimde Kalsın?



Yerel yönetimlerin kendi içinde çözmesi gereken bir konu maalesef hem milli hem uluslararası bir mesele haline geldi. Sunulan çözümler ise çözümsüzlüğe doğru götürüyor.

Park ve sokaklardaki insanlar, AKP’nin çoğunluğun desteğini aldığını biliyorlar; bunun için, yapılacak halk oylaması onları rahatlatmayacak.  Bu insanlar, rakamlar üzerinden üretilecek çözümlere katılmayacaklardır.

Çözümü yargı kararına yani biraz zamana ve soğumaya; yargı kararı ne olursa olsun Taksim meydanı ile ilgili projeyi olduğu yerde bırakmak ve ülkenin diğer meselelerine yönelmek en doğrusu olacak.

Ortadoğu’nun bir mezhep çatışmasına doğru kaydığı bu ortamda hem yurt içinde hem yurt dışındaki Türkleri  ısrarla kutuplaşmaya itmenin manası yok.

Mimari, iktidarların izini tarihe geçirmek için en iyi araçtır. İktidarlar için binalar, sadece işlevleri için değil; sembolik değerleri için de önemlidir. İktidar kendilerini mimari ile hem günlük hayatta hem tarihin uzun sayfalarında görünür kılar. Gezi parkı direnişi, sadece A ağacının alınıp yerine B ağacının getirilmesi meselesi değil, iktidarın uzun süreli varlığını bu meydanda görünür kılmasının engellenmek istenmesi. Bu yüzden çevre meselesi üzerinde çözüm aramak zaman kaybetmekten başka bir şey değil.

Büyüklük her iki tarafta da kalsın, ama devlet  ve onu idare eden mekanizma Taksim’de görünür olmadan da büyük olunabileceğini fark etsin.


Wednesday, June 12, 2013

Suları Bulandırmak



Sular bulanmadan durulmazmış. Bir kez bulandı  mı çamurun oturması için hem zamana ihtiyaç var, hem de suyu bulandıran her neyse onun ortadan kalkmasına.

Suları bulandırarak sorunları çözme yöntemi  hem zaman kaybettirici hem de yıpratıcıdır.

Türkiye’nin şu anda içine bulunduğu durumda iktidarın mutlak sorumluluğu var, günlerdir bunu yazıyorum. Onların görevi suyu bulandıran sebebi bulup ortadan kaldırmak. Öte yanda, suları bulandıran gençlerin demokratik sorumluluğunu da inkar edemeyiz.

Askeri darbeleri özlediklerini twitter hesaplarında yazan, adlarına TC eklemiş gençler, demokratik olduklarına ancak birbirlerini inandırırlar. Geniş kitlelere ulaşamazlar.

Demokratik insanlar askeri yönetimleri özlemez. Demokratik hak ve özgürlüklerini almak için mücadele ederler. Asker eliyle kısıtlanan özgürlüklerden istifade etmezler.


Demokratik taleplerle Gezi parkında olan ve Gezi parkı göstericilerini destekleyen gençler, tüm dünyayı kandırmaya niyetlenenenlerin oyununa gelir mi?


Uzun vadede kimler kazanır, bekleyip göreceğiz.

Tuesday, June 11, 2013

Demokrasi Bir Süreçtir



Demokrasi; içinde, insan hak ve özgürlüklerinin herkes için eşit ve kesintisiz korunması gereken bir süreçtir. Bu yüzden çoğunluğun desteğini alarak iktidarda olmak demokratik olmayı gerektirmiyor. Eğer demokrasinin kurumlarını iyi özümsememişseniz meydanlarda ümitler bağladığınız ve iktidarınızın ilk yıllarında yakınlarını kullandığınız genç nesli bir hamle ile ezersiniz.

Polisin niçin Gezi parkında olduğu ve göstericilere karşı neye dayanılarak güç kullanıldığının açıklanması gerekir.   Göstericiler, polise karşı atılan molotov kokteyllerinin  bizzat sivil polisler tarafından atıldığını gösteren videolar paylaşıyorlar. Haftalardır, aralarına sızan sivil polislerin onları provoke etmek istediğini haykırıyorlar. Meydanlarda orantısız güç kullanımını bırakın, güç kullanımı olmamalıydı.

ABD’de, Zucotti parkı (Wall Street işgali) böyle boşaltıldı, diye örnek alındıysa -daha önce de yazdım- orayı polis, mahkeme kararı ile boşalttı.

ABD demokrasi cenneti de değil ayrıca. Burada insanlar demokrasi için mücadele ediyorlar.  Telefonlarının dinlenmesine, kendileri ile ilgili İnternet kayıtlarının toplanmasına  vs. burada da karşı çıkıyorlar.

Tahrik edilerek sokaklara dökülen sivil insanlara karşı gücünü test etmek demokratik olmaya soyunmuş bir başbakana yakışmıyor.

“Benim valim”, “benim polisim”, sözlerinin arkasında yer alan devlet sahipçiliği, daha önce defeatle söylenen  “Mülk Allah’ındır.”  (NUR: 42) ayeti ile çelişiyor.

Demokrasi bir kültürlenme sürecidir ve maalesef görülen o ki sonradan edinilmiyor.

NOT 1: Faiz lobisi ile ilgili yazmadım.  Çünkü, bu konunun başbakan tarafından kendi seçmenini, göstericilere karşı uygulayacağı şiddete ikna etmek için uydurduğunu düşünüyorum. İçinde faiz olunca dini atıf, lobi olunca da ABD karşıtlığı barındırdığı için sadece kötü bir demagoji örneğidir.
NOT 2: Seçimler boyunca fırınlanıp fırınlanıp halka sunulacak olan bu gerginlikten başörtülü gençler de çok etkilendiler. Pek çok arkadaşlarını bu vesile ile kaybettiler. Kutuplaşma kimlere kazandırır, hesabını siz yapın.