Translate

Saturday, April 13, 2019

TÜRKİYE'NİN DEMOKRASİDEN SAPMA SÜRECİNDE 31 MART 2019 SEÇİMLERİ


Ne yazık ki iki yıldır uzaktan izlediğim demokrasiden uzaklaşma sürecinde makas her geçen gün demokratik kurumların aleyhinde gelişiyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinde tecelli eden halk iradesi sistemin teamülleri dışına gidilerek parlamenter sistemin kaldırılıp yerine cumhurbaşkanlığı sisteminin getirilmesi ile sonuçlandı. Halk sağ duyu yerine var olma temel güdüsünü ön plana çıkaran korku duygusu ile bir seçim ve bir referandum geçirdi. Gün geçtikçe otoriterleşen yönetim korku duygusunun yerini, gelen ekonomik kriz ile birlikte kaygıya bırakmasına vesile oldu ve yerel seçimler AKP'nin İstanbul'u kaybetmemek için hukuku da manipüle ederek büyük şehir belediye başkanlığına oturmak istediği bir mavera alanı haline geldi. 

İBB seçimlerinde iki haftadır millet ittifakı adayı Sayın Ekrem İmamoğlu önde görüldüğü halde mazbatanın kendisine verilmemesi Türk hukuku ve Türk siyaseti için ayıptır. Kamu vicdanını örselemektir. Zira seçimlerin hukuka uygunluğu konusunda yargı yolu daima açıktır. AKP kurmayları bu incelemeyi Sayın Ekremoğlu görevde iken de yaptırabilirler, şikayette bulunabililer.  Bu durum hükumeti kurma görevinin 2015 yılında muhalefet liderine verilmemesi ile eşdeğerdir. Asla iyi niyetli değildir.  Bu saatten sonra İstanbul'da seçimleri yenilemek daha önce gördüğümüz filmin tekrarı olacaktır. Fakat bu kez yangın mutfakta olduğundan yani korku yerine kaygı yaşandığından AKP'nin şansı olamaz. 

Mühürsüz seçmen pusulaları rezaletinden, mükerrer oy dalaveresinden dersini almış, artık demokrasi için mücadele edilmesi gerektiğini öğrenmiş bir karşı kitleyi pusturmak dışarıdan bakınca mümkün gibi görünmüyor.  Bu seçimlerde iki kadının büyük rolü oldu. İl il gezen Meral Akşener ve sandık sandık gezen Canan Kaftancıoğlu; korumacı, savunmacı, anaç  birer kadın olarak demokrasi neferleri olduklarını gösterdiler. 

Yapıması gereken: Muhalefet liderleri ve milltevekillerinden belediye meclis üyelerine tüm seçilmişler, muhalefet partilerinin il ve ilçe yönetimleri mazbatası verilmeyen başkanlar sıra sıra küçük küçük gruplar olarak YSK kapısına gideceker. Mazbata imzalanana kadar birebir görüşme talep edecekler ve görüşecekler. Bunun için anayasal hak olan dilekçe hakkını da kullanacaklar.  Polis ile asla karşı karşıya gelmeyecekler, iktidarın ekmeğine yağ sürmeyecekler. Seçilmişlere hapiste değil dışarda ihtiyacımız var.  Başka çıkarı görülmüyor. Mazbatayı almak hem hak hem de demokrasiye karşı bir görev haline geldi.




Sunday, July 24, 2016

15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi



15 Temmuz 2016’da Türkiye büyük bir badire atlattı ve hala da atlatıyor. Seçilmiş bir hükumete karşı yaşanan ordu kalkışması hiçbir demokratik ortamda alkışlanamaz, kabul edilemez. Demokrasilerde, devlet mekanizmasını oluşturan her kurum ahenk içinde işlemeli, görev ve yetki sınırlarını çok iyi bilmelidir ki bunlardan biri de ordudur.

15 Temmuz Türkiye için tarihi bir gündür. Eminim bu güne dair pek çok yüksek lisans ve doktora tezi yazılacak 15 Temmuz 2016  yıllarca hafızlardan ve tarihin notlarından çıkmayacaktır.

Darbe girişiminin ardında Gülen cemaatinin olduğu konusunda hükumet dahil olmak üzere basında ve entelektüeller arasında kesin bir kanaat oluşmuş durumda. Köşe yazıları ile veya sosyal medya paylaşımları ile pek çok akademisyen ve yazar da bunu dile getirdi.

Her ne kadar vatandaşlarımız hayatlarını kaybetmiş olsa da Türkiye şu anda tarihi bir eşikte yer alıyor. Buradan tüm kurumları uyumlu olarak işleyen demokratik-hukuk devletine geçmek çok yakın. Yapılması gereken bundan sonrasını yeniden inşa için toplumsal bir konsensüs yaratmak; daha özgür daha şeffaf ve daha adil bir devlete geçişin taşlarını döşemek.

Gelecekte benzer olayların yaşanmaması için bizi buraya getiren süreçler iyi okunmalı. Bunları tartışmak ve gelecek adına iyi çözümler üretmek için olayların rahatça konuşulup tartışılacağı ifade özgürlüğünün  OHAL’e rağmen bu süreçte zedelenmemesi  gerekiyor.

Bir kurum olarak devletin varlığı ve bekası ordusunun varlığı ile kaimdir. Geçiş döneminin, bu ilişkinin ve devletin tüm kurumlarına güven duygusunun örselenmeden yaşanması gerekir.  Demokrasinin asker tarafından kesintiye uğratılmadığı ABD’de orduya ve askerlerine bireysel olarak duyulan saygı üzerinde tartışılmaz. ABD başkanı her fırsatta ülkelerinin özgürlüğü için görev yapan askerleri onurlandırır. Emekli askerler siyasette yerlerini bulurlar. Umarım Türk ordusu da bundan böyle halkın özgürlüklerinin koruyucusu olma rolünü benimser.


Türkiye Cumhuriyeti tüm dünyanın gözü önünde kendini yeniden kuruyor; bu yeni oluşumda hepimizin görev ve sorumlukları var.

Thursday, April 14, 2016

At Gözlüğümüz: Türkiye’de Kürtler



At gözlüğü atların görüş açısını daraltarak düz bir istikamette gitmesini sağlamak için insanlar tarafından icat edilmiş bir araçtır. Bu sayede insanlar atı kendi amaçlarına uygun kullanabilmişlerdir. Türk siyasetinin bir dönemini bu deyim ile açıklamak uygun olur diye düşünüyorum.

Bir sorunu çözmenin en iyi yolu o sorunu tanımlamaktır, yani adını koymaktır. Cumhuriyet döneminden bu yana Güneydoğu’da yaşanan soruna ad koymakta zorlanıyoruz.  Güneydoğu Sorunu, Kürt Sorunu; PKK sorunu, PKK terörü; terör sorunu ve nihayet hendek siyaseti ile sonuçlanan Kürt açılımı devletin sorunu adlandırma çabalarını ve sorunu halen tanımlayamadığını gösteriyor. Kürtler ne zaman bizim at gözlüğümüz olmaktan çıkarsa, o zaman bir çok adı olan ama adı konamayan bu sorun da çözülmüş olacak.

PKK geçen yazımda belirttiğim gibi terör üreten bir örgüt; varlığı terörün devamına bağlı. Bu durumda Güneydoğu’daki istikrarsızlığı PKK değil ; aksine bu bölge PKK’yı  var ediyor.  Biraz daha açıklayalım. El Kaide Afganistan’da zayıfladığı anladığı anda Afrika ve Güney Asya’ya yöneldi. O halde PKK da cılız kalacağını anladığı yani beslenemeyeceğini anladığı zaman kendisine başka zeminler arayacaktır. O halde bizim yapmamız gereken sivrisineklerle savaşmak değil PKK’nın ürediği bataklığı kurutmak olmalıdır.

Faydacı felsefenin kurucusu Jeremy Bentham mutluğunun sayılabilir olduğunu; tek tek ne kadar çok insan mutlu olursa toplumun genelinin mutluluğunun da o kadar artacağını söylüyor. Türkiye toplumunu da içindeki tüm unsurlarla ele aldığımızda, bu unsurların her birinin mutluluğu  veya daha genel olarak her vatandaşın memnuniyeti toplumun genel memnuniyetini sağlayacaktır.

Bentham’ı takip eden bir diğer filozof J.S. Mills doğru davranışların sonuçlarının memnuniyet getirdiğini ve bu doğru davranışlardan memnun olduğumuzda yani onları beğendiğimizde de mutlu olduğumuzu söylüyor. O halde Türkiye’de otuz beş yıldır yaşanan bu huzursuzluğun sebebi doğru eylem planlarının bulunamamış olmasından kaynaklanıyor.

Devlet ile bir takım Kürtlerin karşı karşıya geldiği durumda taraflar kimler?   Bir tarafta; Kürtler’in bir kısmı, bir takım sol eğilimli vatandaşlar ve sorunun çözülmesinde Kürtlerin siyasette aktif rol alması için destek veren, herhangi bir ideolojiye bağlı olmayan bir takım vatandaşlar. Diğer tarafta milliyetçi, milliyetçi muhafazakar veya ulusalcı refleksileri güçlü olan bir kitle ile Kürtlerin bir kısmı. Problemin kitleler arasında bu kadar geçişken olduğu durumda sorunu adlandırmak da muhatap bulmak da zorlaşıyor.

O halde doğru eylem ne olmalıdır? Doğru eylem öncelikli olarak genel olarak karşısına bir grubu alıp onu islah etmeye gitmemeli; çünkü insanlar içgüdüsel olarak isyana meyilli; işbirliğine açıklar.  

Kürtlerin sorununu çözmek yerine modern devletin bize sunduğu ‘vatandaş’ın sorununlarını çözerek işe başlayalım. Kürtlerin devlet ile sorunlarını şu şekilde kategorize edelim ve kendi durumumuza göz atalım:

Kürtlerin yargı ile sorunu var. Bunu kendi mahkemelerini kurmalarından gözlemliyoruz. İçinizden kaç kişi Türkiye’de yargının işleyişinden memnun? (Adaletin gerçekleşmesi demiyorum Ancak geciken adalet adalet olmuyor.)
Çözümü:
Güneydoğu’da kendi mahkemelerini kurdular diye onlara öfkenlenmek yerine  kendi rahatsız olduğumuz noktaları da paylaşarak tepeden aşağı bir yargı reformu değil alttan yukarı bir yargı reform için devleti çözüm üretmeye zorlayamak.

Kürtlerin vergi konusunda sorunu var. Söylentiye göre vergi ödemiyorlar veya kendi vegilerini toplamak istiyorlar. İçinizden kaç kişi verdiği verginin nereye gittiğini kalem kalem öğrenebiliyor? Yerel düzeyde; vatandaş olarak belediyenizin harcamalarını takip edebiliyor musunuz?
Çözümü: Belediye meclislerindeki her komiyosunun yerel basın yolu ile gelirlerini ve giderlerini yerel halk ile paylaşarak şeffaf hale getirmesi.

Eğitim: Kürtlerin eğitim konusunda sorunu var. Kendi çocuklarının dil problem sebebiyle sisteme dezavantajlı girdiğini düşünüyorlar. İçinizden kaç kişi çocuğunuzun okulunun bahçesi; spor salonu; fen labaratuvarı; öğretmenlerin ilgisi, bilgisi ve kalitesinden memnun? Çocuğunuz okulda kaç  yabancı dili öğrenip konuşma imkanı  buluyor?
Çözümü: Eğitimde halkın istek ve beklentilerinin de dikkate alınması.


Sonuç olarak bırakın Kürt/Güneydoğu/PKK /onun/bunun sorununu çözmeyi. Kendi sorununuzu çözün; diğeri de kendiğiliğinden çözülür. Mill’in dediği gibi siz birey olarak mutluluğunuzu sağlayacak doğru eylemi gerçekleştirdiğinizde beklenmeyen veya öngörülmeyen mutluluklar kendiliğinden çıkar.








Sunday, April 10, 2016

MHP Kongreye Giderken



Dün bir genç arkadaşla  başladığımız konuşmamızın devamı için klavye başındayım. Genç arkadaşım heyecanlı, akıllı ve yaşına göre oldukça olgun. Ülkesine, işine, ailesine; ırkı, cinsi, dili, dini, rengi ne olursa olsun insanlığa aşık bir humanist. Size ilginç gelebilir ama MHP’nin böyle bir genç kuşağı var şimdi.  Türkiye’nin bazı yerlerinde Kürt köylerinde sevgi ile karşılanıyorlar; birlikte Türk bayrağı sallıyorlar.  Ülkü, idealleri;  insanlık onların meşalesi. MHP’nin nasıl bir yol izlemesi gerekiyor? Buydu tartışmaya başladığımız konu. Sondan başladık. Konuşma devam edemedi; buradan yazıyorum.

MHP gücünü devletten alan bir parti. Devletten dediğim devletin somut varlığından değil; soyut devlet kavramından. Bunu bir kez daha yargı kararı sonucu gittiği kongre ile göstermiş oldu. Güçler ayrılığı prensibi ve yargının bağımsızlığı MHP’nin ontolojik konumunu yeniden siyaset sahnesine soktu. Dün söylediğim çok amiyane şu tabiri tekrar edeyim. ‘Yargı demokrasinin emniyet sübabıdır.’  Onu zedelediğinizde demokrasiyi zedelersiniz. Örselenmiş bir demokrasi artık çoktan demokrasi olmaktan çıkmıştır. Bu durumda MHP için şu anda sorulacak en hayati soru herkesin düşündüğü gibi ‘Partinin başına kim gelirse seçimi kazanırız’ değil ‘Türkiye’nin geleceği için ve içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan çıkması için hangi ilkelerle hareket etmeliyiz’ olmalı.  Bu durumda yargının bağımsızlığını yeniden kurgulayacak; devletin tüm kurumlarına ben sahip olacağım diyen değil; devlet kurumlarını uyumlu bir şekilde işleteceğim diyen bir liderle yola devam edilmeli.

Türkiye şu anda iki ayrı terör kıskacına düşmüş durumda. Bunlardan birincisi ve kronik olanı PKK terörü ki bunu ancak yukarıda söylediğim anlayış ve davranış bitirir. Bu gün geldiğimiz noktada PKK toprak egemenliği istiyor. PKK’yı durdurmanın iki yolu yok. Sadece bir yolu var. O da PKK’nin kendisini yeniden ürettiği zemini yok etmek. Bu zemin Kandil değil; insanların kalpleri. Şunu unutmamak gerekir PKK Türkiye’den umduğunu bulamazsa her terör örgütünün yaptığı gibi kendisine yeni bir hedef bulup oraya yönelecek. Bu durumda PKK konusunun çözümü ne İran ile -ki İran kendi içindeki Kürtlerin harekete geçmemesi için PKK-Türkiye uzlaşmazlığının uzamasından faydalanıyor-ne ABD ile– ki ABD için kimin yönettiği değil kendi şirketlerinin ne kadar kar ettiği önemlidir- ne de Rusya ile- ki PKK’nın varlığı Rusya için her zaman Türkiye’ye aba altından gösterilecek sopadır- veya başka bir ülke ile mümkündür . Size sizin içinden yetişmiş birisi olarak şunu söyleyeceğim: PKK konusunda kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz. Haziran seçimlerinde HDP’yi tanımıyorum diyen Devlet Bahçeli Türkiye’de daha da otoriterleşen bir zeminin hazırlanmasına katkı vermiş oldu.  MHP’nin yeni lideri; seçilmiş olanların kimliği ne olursa olsun, Türkiye sınırları içindeki herkesin  birinci olarak hayatta kalması  (yaşaması; şehit olarak dahi ölmemesi) ve ikinci olarak da refah içinde olması için birlikte siyaset üretebilecek anlayış ile yoluna devam etmeli.

Türkiye için şu anda en büyük problem IŞİD terörü yani  Türkiye’nin her yerinde her an patlayan bombalar. Bu konuda Türkiye’nin yeniden sınır güvenliğine geri dönmesi gerekiyor. İstihbarat örgütlerinin koordineli çalışması; İslamcılığın akademik alanda yeniden tanımlanması, bir takım dini kanaat önderleri ile işbirliği kurulması ve bu konuda devlet ile aralarında güven duygusunun tesis edilmesi başlangıç için atılması gereken adımlar olabilir. Ayrıca Türkiye’de halen yaşayan ve gayri resmi rakamlara göre 4 milyon civarındaki Suriyeli halkın entegrasyonu için sivil halktan destek alınması yolunda adımlar atacak kapsayıcı, kucaklayıcı bir lider ile yola devam edilmesi gerekiyor.

Türkiye’de 19. yüzyıldan beri Batı aydınlanması ile ilişkili olan bir bir kitle var. Bu kitle tek tip değil. Bazıları Batılıların hayat tarzına; bazıları onların düşünüş şekillerine hayran.  Zamanı geri döndürmek; bu insanları Batı’dan ayırmak; bu zihniyeti (Olumsuz anlamda kullanılan bir söz olarak kullanmıyorum. Düşünce tarzı anlamında yazıyorum.) yok etmek imkansız. O halde Batı’nın değerlerini de içinde sentez eden ateistinden sofu dindarına; hayat tarzını kendisi belirlemiş her erişkine kapısı açık bir yeni liderle yola devam edilmeli.


Okuyan, okutan; sorgulayan, samimi; ufku açık genç kuşak : Yolunuz açık olsun.

Monday, February 29, 2016

OSCAR ÖDÜLLERİ TÖRENİNE BİR DE BURADAN BAKALIM



Dün gece, Oscar törenlerini kimin elbisesinin ne kadar güzel  olduğunu veya o kadar parayı verip hiç bir zaman almayacağım kıyafeti hangi modacının hazırladığını  öğrenmek için ya da kendini oralarda hayal etmek için izlemedim.  Aralarında Marlon Brando ve Woody Allen’in da bulunduğu bir takım sanatçıların, ki bunlar bir elin parmağının sayısını ancak geçiyor, Oscar ödülünü reddettiğini öğrendiğimden beri beni asıl bu törenin ruhu ilgilendiriyor. Pek çok kişi yakışıklı ve güzel  Oscar adayları ile onların kıyafetlerine odaklanmışken; dün gece Oscar ödül töreninin asıl ruhuna işleyen bir takım sosyal adalet  konularına dikkatinizi çekmek istiyorum.

İşte  toplumsal adalet temalı 2016 yılı Oscar töreninin mesajları:

Afrikalı Amerikanlar

2016 yılı Oscar ödülleri törenini Afrikalı-Amerikan komedyen Chris Rock, toplumsal farklılıkların  sadece yasal eşitliğe sahip olarak kapatılamayacağını toplumsal eşitliğe de sahip olunması için toplumsal adalet gerektiği perspektifinden sundu. Siyah komedyen geceyi siyasetin saldırgan, kutuplaştırıcı ve pragmatik söyleminden mizahın rahatlatırken rahatsız eden eleştirel dünyasına çekti. Sunucu, şovuna Oscar Akademisi’nin beyaz ağırlıklı olduğuna; Hollywood film sektörünün de beyazların elinde olduğuna dikkat çekerek başladı ve esprilerle devam ettiği programını  2013 yılında başlayan ‘Siyahların Hayatları Mühimdir’  hareketinin  aynı adı taşıyan ünlü sloganı  ile bitirdi.

Amerikan Yerlileri

Leonardo DiCaprio'nun yerlilerin dili ile konuştuğu ve derisinin renginden dolayı beyaz adamın yerli çocuğu istismar etmesinin işlendiği sahne, törende filmin bir kesiti olarak verildi. Diriliş (The Revenant ) filminin aldığı ödüller konunun beyaz perdeye aktarılmasında katkısı olan kabile liderlerinin kameralara yansımasıyla devam etti. Ayrıca aktör Leonardo DiCaprio’nun konuşmasındaki vurgu küresel ısınmaya olsa da doğa dostu Amerikan yerlilerinin doğa felsefesi ima edildi ve davetliler arasındaki Amerikan yerlileri DiCaprio’nun sözlerini başları ile desteklediler.  Böylece Amerikan yerlilerini konu 1990’ın Kurtlarla Dans filmi kadar doğrudan olmasa da Amerikan yerlilerinin beyazlar tarafından maruz bırakıldıkları ırkçı ve ayrımcı muamele cılız bir sesle beyaz adama ödül getirmiş oldu.

Tecavüz

Ödül töreninde devlet temsili de gerçekleşti ama bizdeki gibi en ön sıra ve büyük bir protokolle değil.  Başkan Yardımcısı Joe Biden; sahneye çıktığında ayağa kalkan izleyicilere gecenin en az vasıflı kişisinin kendisi olduğunu bu yüzden izleyicilerin ayağa kalmalarının gerekmediğini nazik bir dille ifade ettikten sonra, tecavüz probleminin çözülmesi için herkesi toplumsal kültürü değiştirmeye davet etti. Toplumsal kültürün değişimi tecavüz penceresinden toplumsal destek aradı.  Lady Gaga “Senin Başına Gelene Kadar Susma !” dediği şarkısıyla seyircileri gözyaşlarına boğdu. ‘Tecavüz mağdurun suçu değildir.’ mesajı sadece Amerikan toplumuna değil tüm dünyaya iletildi.


Cinsiyet

Törende en iyi orjinal şarkı ödülü kazanan Sam Smith ve en iyi senaryo ödülü kazananan Dustin Lance Black  LGBT’ler için konuştular.


Törenin ilginç yanlarından birisi de İzci Kurabiyelerinin tören sırasında satılmasıydı. Amerikan Kız İzcileri yılda bir kez ülke genelinde kurabiye satışı yaparak İzci topluluğuna gelir sağlıyorlar. Bu satışlar için ailelerinde maddi ve manevi katkısı gerekiyor. Zira ya kurabiye alıyorsunuz ya da çocuğunuzun satış yapması için gerek kapı kapı gezerek, gerek yol kenarlarında veya alıveriş merkezlerinde ayarladığınız standlarda birlikte satış yaparak ona destek veriyorsunuz.   Sunucu Chris Rock da izci olan kızının kurabiyeleri satması için gruba yardımcı olmak adına törende kurabiye satışı başlattı.  Pazarlama gibi görünen bu etkinliğin ardında baba-kız dayanışması mesaj olarak özellikle Afrikalı Amerikalılar iletildi; zira Afrikalı Amerikalı topluluğu içinde erkekler özellikle çocuklarını ya terk ya da ihmal ediyorlar ve anneler çocuklar tek başlarına büyütüyor. Toplumsal dayanışma, birliktelik ve paylaşım adına farkılılıkların eşitlendiği bir ortam yaratmada işbirliğinin bir de bu çerçeveden vurgulandığı gece, kırmızı halının üstünde giyilen güzel kıyafetlerin içinde insani bir ruh taşımanın gerektiği mesajı ile bitti.