Translate

Thursday, October 15, 2015

Üçüncü Yol

Türk siyasi krizinin 1970’lerde yaşadığı ve insanların sağ-sol olarak kamplaştığı dönem ile 2013’ten itibaren yeniden kamplaştığı dönemin benzerlikleri açısından ilginç. Elbetteki 1989 öncesinin soğuk savaşı ve Sovyetlerin ülkelere sızmak isteyen stratejisi 1980 öncesi olaylarında son derece etkiliydi. Ancak şunu unutmamak gerekiyor ki Rusya halen bu coğrafyada nüfuz sahibidir. İdeolojisi komünizm değil pazar ekonomisi de olsa Rusya kendi çıkarları adına tutunacağı her yeni yolda ilerlemeye çalışacaktır.


Silahlı taramalar, faili meçhul cinayetler, sokak yürüyüşleri, iş bırakmalara vs. tanık olan 1980 öncesi gençliğinin hatırı sayılır bir kısmı sağ-sol arasından kendisine bir çıkış yolu aradı ve 1990’lı yıllarda Refah Partisi etrafında kenetlendi. Refah Partisininin kapatılmasının ardından AKP’nin ağırlıklı bir şekilde merkeze yönelmesi ve pragmatik söylemi bu gençler dahil olmak üzere Türkiye’deki orta sınıfın bir umudu oldu. Geniş kitlelerin bu yönelimini dindarlaşma arzusu veya şeriat getirme isteği değil özgürleşme, ilerleme, gelişme arzusu olarak açıklamak gerekir.

2013’ten sonra geldiğimiz nokta AKP’nin merkeze kilitlenmesi, hukuk sistemi ile oynayarak devletleşmesi, basın üzerinde ağır baskı koyması ve halkın beklentilerinden uzaklaşması yani iktidar yıpranmasının bir görüntüsü oldu.

AKP’de bütün bunlar olurken ve AKP kendi özüne yönelirken, Türkiye’de 2011’den bu yana seçimlerin yeni aktörleri ortaya çıktı. 1970-1980 kuşağı gençliğinin yerini 1990-2000 gençliği aldı. Başörtüsü meselesini özgürlük olarak algılayan bir önceki kuşağa göre bu yeni gençliğin başörtüsü problemi yok. Özgürlük arayışı bu noktada daha farklı. Özgürlük mücadelesi başörtüsünü taşıyacak olan kadın bedenleri üzerinde değil artık polisin sıktığı gaz, su ve patlayan bombalarla birlikte bedenin varlığı ve bütünlüğü üzerine kurulmaya başlandı.  Radikal İslamcı IŞİD, el-Kaide gibi dönemin aktif terör örgütleri geniş kitlelerin tepkilerini topluyor; tıpkı 1980 öncesinin siyasi terör örgütlerinin çoğunluğu kucaklamaması gibi. Sonuçta boş kalan merkez yeni aktörünü arıyor.

Özgürlüklerden yana eski İslamcı-yeni muhafazar kesimi destekleyen 1970-1980 gençleri için önce Refah Partisi arkasından onun selefi AKP üçüncü yol olmuştu. Şimdi devletleşen AKP karşısında üçüncü yol olarak HDP siyasi sahneye çıkmak istiyor. Ne var ki nasıl AKP’nin özü İslamcı geleneğe dayanıyorsa HDP’nin özü de etnik siyasete dayanıyor. Bunu IŞİD’e karşı net tavır alamayan AKP’de ve 7 Haziran seçimleri sonrası PKK’den bağımsızlığını ilan edemeyen HDP’de gördük. PKK’yı reddetmenin tabanda kopmaya yol açacağı korkusu sebebiyle HDP toplumun genelini kucaklayacak mesajlar verip merkeze gelemiyor. PKK adeta HDP’in ayağının palangası.



İslami refleksinden dolayı yerleştiği yeni merkezden çevreye açılamayan veya Kürtçü reflekslerinden dolayı çevreden merkeze ilerlemekte zorlanan bu iki parti Türkiye’nin otoban olması gereken üçüncü yolunu dar sokağa çeviriyorlar. Türkiye'de toplumsal barışın sağlanması için devletin silahsız halka şiddet kullanmaması ve her türlü terör ile mücadelede tüm siyasi aktörlerin kesinlikle karar kılması; siyasetin özcü bağlar ve bağlılıklardan kendisini kurtarıp, her birey için adalet ve özgürlük ekseninde ilerlemesi gerekiyor. 

NOT: CHP'nin özcü bağı Kemalizm ve laisizm. Bu bağ toplumda dindar hassasiyeti olan kesimleri kucaklayamıyor. Her ne kadar CHP yönetimi uzlaşmacı bir yol izliyor olsa da, seçmenlerin bir takım endişeleri henüz geçmiş değil. CHP'nin tek başına iktidar olması durumunda başörtüsü konusunun yeniden sorun olacağı ve intikam hırsı ile davranacakları endişesi muhafazakar seçmen davranışını halen etkiliyor.  MHP bu durumdan münezzeh değil ancak MHP'nin özcü bağları ve kilit parti rolüne soyunması başlıbaşına bir yazı konusu.

Thursday, October 8, 2015

Sürüklenen İnsan Bedenleri ve Irkçılık Üzerine



Irkçılığın en bariz yaşandığı yerlerden biri ABD. Bu ülkede siyahlara karşı toplumun köklerinde yer alan siyah-beyaz ayrışması halen kendini gösteriyor.  ABD’de “nefret suçu” ancak 1968’de yasayla ile somutlaşmış; ancak göreceli olarak yeni sayılabilecek bu yasa, henüz toplumun tüm hücrelerinde  tam anlamı ile kabul görmüyor. Örneğin, yasaya rağmen 1998’de Teksas’ta  James Byrd, Jr. ın cesedi  üç beyaz tarafından sürüklenmiş. Yine Teksas’ta Brandon McClelland adlı bir zenci 2008 yılında  beyazlar tarafından öldürüldükten sonra cesedi bir aracın arkasında sürüklenmiş. 2011 yılında ise Anthony Hill adlı bir siyah, Güney Carolina eyaletinde bir başka beyaz sivil tarafından başından vurulup  cesedi  bir kamyonetin arkasında yaklaşık 10 mil sürüklendi.


2013’te Florida’da da öldürülen genç zenci Trayvon Martin’in ardından ülke çapında “Siyahların hayatları önemli.” adı altında kampanyalar düzenlenmeye başladı. Irkçılığa karşı başlatılan bu kampayanın toplumu daha da kutuplaştırması ile sonuçlanması muhtemel. Toplumsal kutuplaşma primordial  bağlar üzerinden gerçekleştiğinde bunu durdurmak hemen hemen imkansız, çünkü doğuştan sizde var olan deri rengi, kan, akrabalık gibi bağlar değiştirilemiyor. Toplumsal kimliklerin tanımlanmasında adı geçen bağlar; özcülük, yapısalcılık gibi bireylerin kendilerini sembollerle  birbirine bağlayabileceği veya bir gelecek oluşturma adına birbirlerine tutunabileceği diğer düzlemleri de kendiliğinden yok ediyor. 

Immanuel Kant, için en önemli mesele   “insan hayatı”dır. Kant bir ayrıma gitmeden bütün insanların yaşama hakkını savunur. Yaşama hakkı devlet içinde ve karşısında insanın kendiliğinden var olan en doğal hakkıdır. Bunun için modern devletin en temel görevi de yaşam hakkını korumaktır. Bu durumda devlet şiddet üreten bir aygıt değil şiddeti azaltan bir aygıt olarak konumlanmalıdır.

Tarihçi Prof. Kemal Karpat, Osmanlıdan Günümüze Edebiyat ve Toplum adlı eserinin girişinde “Doğum yerim olan Dobruca’da, mensubu olduğum Türk grubu beşyüz sene orada çoğunluk olarak yaşadıktan sonra 1878’de Romen idaresi atına girerek azınlık durumuna düşmüşlerdir. Okulsuz, camileri yıkılmış, liderden yoksun bu Türk toplumu, ancak aile düzeni, adetleri, dilleri ve dinlerinin biçimlendirdiği bir kimlikle farklı kültürel kimlikleirni koruyabiliyorlardı. (s.9) ”  Karpat Romen okuluna  devam ettiği yedi yılda Romence kitaplar okuyup, Romence yazmıştır. Buna rağmen Türk okulunda okumak ve Türkçe eğitim almak hayali onu bir gün İstanbul’a taşıyacaktır.

İğneyi ABD’ye ve Romanya’ya çuvaldızı kendimize batırıp bizdeki Kürtlerin durumunu düşünelim.  Hacı Lokman Birlik’in cesedinin sürüklenmesinin ve bunu bir resmi görevlinin yapmış olmasının bir anlamı vardır: Faşizm. Linçin ötesinde gerçekleşen ceset sürüklemeler ırkçılık ve faşizim adı altında da olsa insanlığın gelebildiği en çirkin noktadır.

Güneydoğu’da alan kontrolü elde etmek isteyen PKK’yı sınırların dışına atmak için şiddet kullanmak yani askeri güç kullanmak devletin görevidir. Ancak ele geçirdiği Kürt vatandaşlara işkence etmemek de yine devletin görevidir. Bu tür eylemler toplumu daha da kutuplaştırmaktan öte bir amaca hizmet etmez.  

Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Çeçen, Arnavut; Boşnak, Rum, Ermeni, Alevi, Süryani vs. topluluklarının erime potası olan, yüzlerce yıl birlikte yaşayan bu kültürlerden ikisinin yeniden barış içinde birlikte yaşaması için dört nala ilerlediğimiz faşizm kuyusuna  düşmeden dizginleri çekmek gerekir. Bunun yolu Güneydoğu’da verilen mücadelenin temel hak ve özgürlüklere zarar vermeden yürütülmesidir. Konu ile ilgili olarak güvenlik güçlerine daimi telkinde bulunmak gerekir. Terör ile mücadele ve temel hak ve özgürlüklerin sınırları bölgedeki görevlilere sürekli hatırlatılmalı; örnek olaylar üzerinden devamlı eğitim yapılmalıdır.

Yazıyı şu grubun veya bu grubun değil 'Her insanın hayatı önemlidir.'  diyerek Kant'a atıfla bitiriyorum.