Translate

Monday, June 8, 2015

Polis

Toplantıdan çıktım eve gidiyorum. Hava sıcak saat öğle 12:30 civarı.  Aklımda dolaptaki yemekler… ‘Hangisinden yesem?’ diye düşünüyorum. Çok şişmanladığım geliyor aklıma son birkaç yıldır… Şu sıralar kilo vermeye çalıştığım için hafifçe gülümsüyor olmalıyım; dudaklarımın kenarlarının büzüldüğünü hala hissediyorum. Sonra, dün yürüyüşe çıkmadığım için suçluyorum kendimi. ‘Bugün ne zaman yürüsem acaba?’ diyorum. Akşam yemeğinden önce mi sonra mı?…

Bilmem nasıl yapıyorum ama aynı anda aklımda Türkiye’de dün yapılan genel seçimler de var. Birkaç akraba gözümün önüne geliyor. Sadece sosyal medyadan tanıdığım kuzenimin kızını düşünüyorum;  seçimden birkaç gün önce bana yazdıkları geliyor gözümün önüne. Önce kendisi, sonra ülke ile ilgili kaygısı; kararsızlığı…Kardeşimi düşünüyorum….

Kırmızı ışıkta duruyorum. Tekrar buzdolabının en alt rafına koyduğum gözlemeleri hatırlıyorum. Sabah neden kahvaltıda kızıma çıkarmadım diye suçluyorum kendimi.
Tam yanımda siyah büyük bir dört çeker jip duruyor. Gayri ihtiyari başımı çeviriyorum. Şöförün camının yarıya kadar inmiş olduğunu fark ediyorum; inmeye devam ediyor. İçerden iri yapılı çirkin bir adam bana güler yüzle: ‘ Biraz daha yavaş sürebilir misiniz? ‘ diyor. Üzerindeki polis üniformasını fark ediyorum. Bir de arabaya monte edilmiş bilgisayar ekranını. ‘Tabi. ‘ diyorum. ‘Teşekkürler’ diyor; ben de Teşekkürler.’ diyorum.

Belli ki trafik polisi değil. Zaten araba da klasik polis arabası değil.

Ankara’nın yollarını düşünüyorum. Beşevler’deki kavşak geliyor gözümün önüne. ‘Neden’ diyorum, ‘Biz birbirimize bu kadar öfkeliyiz’. Ekonomik sorunlar mı bizi agresif hale getiriyor. Yoksa agresif olduğumuz için mi ekonomik problemlerimizi aşamıyoruz. Eve geliyorum. Suyu çok içsem diyorum, az yesem…



No comments:

Post a Comment