Çanakkale Zaferinin 100.
Yılına Çanakkale konulu bir filmin dünya yönetmenlerinden birinin imzası ile
dünya sinemalarında gösterime girmesi büyük bir başarı. Bunun için Cem Yılmaz
ve Yılmaz Erdoğan’ı kutlamak gerekiyor.
The Water Diviner (Türkçeye ne olarak çevrilecek bilmiyorum ama
ben şimdilik kısaca “Kahin”
diyeceğim) Avustralyalı yönetmen Russell
Crowe’un başrolünü oynadığı ve yönettiği konusu Çanakkale savaşı olan tarihi bir film. Film ABD’de vizyona geçen hafta girdi.
Karısının intiharı
üzerine, Avustralyalı bir babanın
1915’te Çanakkale’de kaybettiği üç oğlunu aramak için1919 yılında Türkiye’ye gelmesini ve oğullarını aramasını anlatıyor.
Filmde aile dramı, vatan
severlik, savaşların insanlar üzerinede yaratığı travmalar çok güzel
işlenmiş. Duygusal yoğunluğu çok yüksek
bir film. Fakat arada komik unsurlarla seyirci üzerindeki gerginlik
azaltılıyor.
Görsel imajlar harika.
Sultanahmet Camii, İslam medeniyetinin sanat seviyesinin yüksekliğini ve cami içindeki huzurun tasviri ile İslam dininin özde barışçıl bir din olduğunu göstermek için seçilmiş mükemmel bir mekan. Gün
batımında İstanbul da öyle.
Joshua’nın (Russell Crowe) oğullarını
araması İstanbul’da başlıyor ve Anadolu içlerinde devam ediyor. Bu süreçte Çanakkale savaşında kumandanlık yapmış olan Binbaşı Hasan Bey (Yılmaz Erdoğan) ile kurduğu dostluk ve birlikte Rum çetelerine karşı koymaları ile
devam ediyor. Türk tarafının savaşta yaşadığı acıların dile getirildiği filmde
Anzaklar olumlu; Yunanlılar olumsuz karakterler olarak sunulmuş. Her ne kadar
“Yunan askerleri” ifadeleri geçse de
kostümlerden Rum çeteleri olduğunu anladığımız silahlı milisler vasıtasıyla
Birinci Dünya Savaşının Türkler için bitmediği vurgulanıyor. Çanakkale’de eşini
kaybeden Ayşe’nin (Olga Kurylenko) ve oğlu Osman’ın dramının da yer aldığı film Birinci Dünya
Savaşının mağdurlarından olduğumuzu, şimdiye kadar Batı propagandasının aracı
olan dünya sinemasında Türklerin yeni aktör olduğunu dünya kamuoyuna gösteriyor.
Filmde çavuşun (Cem Yılmaz) cepheden Çanakkale’ye indiği sırada
bir randevuevine uğradığı iması, yine çavuş ve bir takım Kuva-yı Milliyecilerin
İstanbul’dayken alkol alıp eğlenmeleri, Ayşe’nin Joshua için mumlarla süslenmiş
romantik bir akşam yemeği hazırlaması
gibi Türkiye’deki muhafazakar milliyetçi halkı rahatsız edecek bir iki
sahne de yer almış. Aynı zamanda yüzü
peçe ile örtülü kadınların, ve çokeşliliğin yeralması da tarihsel dönemi göz
önünde bulundurmayanların şikayet edeceği sahneler gibi görünüyor.
Bu arada Cem Yılmaz’ın
söylediği Hey Onbeşli türküsü ve
kaşık sesleri müziğin evrensel gücünün yerelden kürsele dönüştüğü muhteşem
anlardan biri.
Ödül hak eden çok iyi
bir film. İzlemeye değer. İyi seyirler!
NOT: Vatanseverlik duygularımın ve milliyetçiliğin
gölgeleyemeyeceği evrensel bir duygu olan evlat sevgisinin bana epey gözyaşı döktürdüğünü
saklamayacağım.
No comments:
Post a Comment