Toplantıdan çıktım eve
gidiyorum. Hava sıcak saat öğle 12:30 civarı.
Aklımda dolaptaki yemekler… ‘Hangisinden yesem?’ diye düşünüyorum. Çok
şişmanladığım geliyor aklıma son birkaç yıldır… Şu sıralar kilo vermeye
çalıştığım için hafifçe gülümsüyor olmalıyım; dudaklarımın kenarlarının
büzüldüğünü hala hissediyorum. Sonra, dün yürüyüşe çıkmadığım için suçluyorum
kendimi. ‘Bugün ne zaman yürüsem acaba?’ diyorum. Akşam yemeğinden önce mi
sonra mı?…
Bilmem nasıl yapıyorum
ama aynı anda aklımda Türkiye’de dün yapılan genel seçimler de var. Birkaç
akraba gözümün önüne geliyor. Sadece sosyal medyadan tanıdığım kuzenimin kızını
düşünüyorum; seçimden birkaç gün önce
bana yazdıkları geliyor gözümün önüne. Önce kendisi, sonra ülke ile ilgili
kaygısı; kararsızlığı…Kardeşimi düşünüyorum….
Kırmızı ışıkta
duruyorum. Tekrar buzdolabının en alt rafına koyduğum gözlemeleri hatırlıyorum.
Sabah neden kahvaltıda kızıma çıkarmadım diye suçluyorum kendimi.
Tam yanımda siyah büyük
bir dört çeker jip duruyor. Gayri ihtiyari başımı çeviriyorum. Şöförün camının
yarıya kadar inmiş olduğunu fark ediyorum; inmeye devam ediyor. İçerden iri
yapılı çirkin bir adam bana güler yüzle: ‘ Biraz daha yavaş sürebilir misiniz?
‘ diyor. Üzerindeki polis üniformasını fark ediyorum. Bir de arabaya monte
edilmiş bilgisayar ekranını. ‘Tabi. ‘ diyorum. ‘Teşekkürler’ diyor; ben de
Teşekkürler.’ diyorum.
Belli ki trafik polisi
değil. Zaten araba da klasik polis arabası değil.
Ankara’nın yollarını
düşünüyorum. Beşevler’deki kavşak geliyor gözümün önüne. ‘Neden’ diyorum, ‘Biz
birbirimize bu kadar öfkeliyiz’. Ekonomik sorunlar mı bizi agresif hale
getiriyor. Yoksa agresif olduğumuz için mi ekonomik problemlerimizi aşamıyoruz.
Eve geliyorum. Suyu çok içsem diyorum, az yesem…
No comments:
Post a Comment