Din özgürlüğü Anayasa’nın
24 maddesinde Din ve Vicdan Hürriyeti
başlığı altında düzenlemiş temel bir insan hakkıdır. Buna göre ‘Herkes,
vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.’ Yani anayasa kimseye inanacaksın veya şu ya da
bu dine inancaksın diye baskı yapılmayacağını garanti altına alıyor.
Aynı maddenin beşinci fıkrası ‘Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel
düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla
her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal
sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.’ da diyor. Böylece bir
kişi veya grubun veya bir siyasi partinin kutsal şeyleri istismar edemeyeceğini açıkça
belirtiyor.
Önce istismar sözü
üzerinde durmak istiyorum. İstismar Arapça’dan dilimize gelen bir ödünç kelime.
Kökü meyve vermek, meyvesi olmak anlamındaki semere fiili. Semere
fiilinin diğer anlamları, faydalanmak, çıkar sağlamak, negative anlamda
kullanmak, yararlanmak, etkili olarak kullanmak, çıkar sağlamak için yatırım
yapmaktır.(Dilimizdeki istemek fiilinin de bu kök ile ilgisi olması muhtemel). Bu fiilin 10. şekli olan istismar sözcüğü,
(negatif manada) kullanma, araçsallaştırarak yararlanma, fayda sağlama anlamındadır. Yukarıdaki anayasaya maddesinde anayasa kurucusu istismar sözü yanında ‘ve kötüye kullanamaz’ ifadesini de
kullanıyor. Bu durumda ilk olarak kullanılan
istismar sözü bu maddede kötüye kullanmak değil fayda sağlama anlamındadır. Yani madde fayda sağlamak için ve kötü
bir amaç için kullanmayı birlikte düzenlemiştir.
Gelelim, anayasa
maddesindeki ‘din veya din duyguları’ ifadelerine.
Bu ifadeler soyut kavramların somutlaşmış şeklidir. O halde bunun somut
karşılığının ne olduğunun değerlendirilmesi gerekir. Duyguların kullanılıp
kullanılmadığını bilemeyiz ama bu duygulara nasıl seslenildiğini değerlendirebiliriz.
Bunun yöntemi dini sembolleri kullanmaktır. Mesela karşınızdaki topluma bir
şeyi kabul ettirmek istiyorsunuz ve çoğunluğu Hıristiyan bir grupla karşı
karşıyasınız; bir haç ile onların karşısına çıkıyorsunuz. Veya Budist bir gruba
seslenirken Budist rahip kıyafeti giyiyorsunuz. Böylece sizinle aynı şeye
inanıyorum; sizden biriyim mesajı veriyorsunuz. Karşınızdaki sizin samimi
olduğunuza inandığı anda kullandığınız araç
(haç, kıyafet) toplumsal kurallara göre meşrulaşır, ancak halen anayasaya göre bir ihlaldir.
Dini sembollerin araç
olarak kullanılması radikalleşmeyi artırır. Dini sembollerin özellikle savaş alanında
kullanılmasına İslam tarihinde ilk kez Sıffin savaşında rastlıyoruz.
Mızrakların ucuna Kuran’ı Kerim takarak ilerleyen Emeviler ki bunlar Muaviye’yi temsil
ediyordu; Hz. Ali’yi durdurmayı ve hakem aracılığı ile çözümün sağlanmasını başardılar. Ardından Hz. Ali’nin
grubundakilerin bir kısmı ayrılarak bugünkü Selefilerin öncüleri olan Hariciler grubunu oluşturdu. Bu radikalleşmeyi, Sıffin savaşında dini
sembollerin kullanılması başlatmıştır.
Dini sembollerin siyasi
alanda sembol olarak kullanılmasını Cumhurbaşkanının 4 Mayıs 2015'te Siirt meydanında
kaldırdığı Kürtçe Kuran ile bir kez daha gördük. Bunu nasıl yorumlamamız gerekir? Öncelikle Kuran bir dini semboldir ve siyasi
bir kimlik olan cumhurbaşkanının elinde araçsallaşmıştır. Meşru bir aracın
meşru bir ortamda kullanılması onun meşruiyetini sınırsız desteklemez. Bu durumun doğrucağı sonuç kelimenin
kendisinden mülhem olacağı üzere negatiftir.
Dini sembollerin yüzde
2-3'lük dilimdeki bir siyasi parti tarafından kulanılması ile çoğunluğu elinde
tutan ve aynı zamanda devleti yöneten bir parti veya onun temsilcileri tarafından kullanılmasının sonuçları muhakkak
aynı değildir. Biri azınlıktaki bir grubun toplumsal-dinsel bir aracı kullanarak
yönetime katılma çabası; diğeri bu araçların toplum üzerindeki gücünün farkında olan çoğunluğun yukarıdan aşağıya doğru uyguladığı
bir dayatmadır.
No comments:
Post a Comment