Muhafazakarlık ya da halk arasındaki yaygın kullanımı ile
dindarlık Türk siyasi tarihinde her zaman popüler olmustur. Sağ ve merkez-sağ
partileri dindarlık üzerinden siyasi söylem üretmişler ve iktidara gelmişlerdir.
Bu yalnız Türk siyasi hayatında değil diğer milletlerde de bu şekilde cereyan
eder. Siyaset, liberaller veya sekülerler ile muhafazakarlar arasında bir sarkaç
şeklinde yer değiştirir durur.
Türkiye’de
muhafazakarlık her ne kadar geniş bir tabana yayılsa da sağlam bir zemine oturmamıştır.
Bugünkü savrulmanın yani Gülen cemaati ve AKP kavgasının bir sebebini burada
yani zeminin sağlam olmamasında görebiliriz.
Türkiye’de
muhafazakar düşüncenin temelleri Tanzimat dönemine kadar inebilmektedir. Ancak
modern–popüler muhafazakarlığı Demokrat Parti ile başlatmak mümkündür. Bu durumda
bugün siyasi hayatımızda karşımıza çıkan şekli ile muhafazakarlık 1950’li
yıllarda çok partili Türk siyasi hayatında görünür olmuştur. Bu tarih Amerikan modern muhafazakarlığının
doğuşu ile aynı zamana tekabül eder (Russel Kirk: Muahfazakar Düşünce , 1953).
Her ne kadar Türkiye’de muhafazarlığın manifestosunu başbakanın baş danışmanı
sıfatı ile Yalçın Akdoğan (Ak Parti ve
Muhafazakar Demokrasi, 2004) yazmış olsa da parti politikaları entellektüeller
tarafından değil bizzat icracı politikacılar tarafından deneme yanılma yolu ile
uygulanmaktadır.
Modern
muhafazakarlık, toplumun dindarlığını
vurgular. Hızlı değişim yerine yavaş ve sistemli değişimin
taraftarıdır. Bireyin mülkiyeti
muhafazakarlığın temelidir. Yeni popülist fikirler yerine geleneksel değerler ve kurumlar üstün tutulur. Bütün bunlara bakarak AKP’nin bugün düştüğü
kimlik krizinin analizini yapabiliriz.
AKP, dindar söylemleri üzerinde yükselen ve
ilerleyen bir partidir. 2002’den bu yana başdöndürücü bir hızla toplumu dönüştürmüştür. Dindar kadınların sosyal hayata katılımları,
iç ve dış mekanların değişimi, ulaşım araçlarındaki değişim ve toplumsal
hareketliliğin artması vs. AKP iktidarı ile kısa sürede halkın yaşadığı
değişimlerden bazıları.
Muhafazakarlığın
bir başka bileşeni ortak düşman olgusudur. ABD muhafazkarları için bu düşmanlar
bir dönem Sovyetler Birliği, daha sonra da İslami terör (!) olmuştur. 11 Eylül
sonrasında, Müslüman örgütleri ortak düşman ilan eden ABD muhafazakarları tüm enerjilerini düşman-komünizmden, düşman-İslam’a
çevirmişlerdir.
Aynı
paralelde bakacak olursak, Türkiye’de muhafazkar düşünce uzun yıllar düşman
komünizm ve ateizm üzerinden taban tutmuş ve tabanlarını genişletmislerdir.
Sovyetlerin dağılması, CHP’nin başörtüsü konusunda değiştirdiği tavır ile
dindarlara yakınlaşmaya başlaması ve PKK
sorununun çözüm aşamasına gelmesi sonucu
AKP’nin ve yine kendisi gibi muhafazakar taban üzerinde faaliyet
gösteren cemaat ile karşı karşıya kalması ortak düşmanların erimesi sonucu
ortaya çıkan kimlik krizidir.
Hızlı
değişim ve kentsel kentsel dönüşüm politikaları ile yapılan kamulaştırmalar;
ortaya çıkan kent rantı ve uluslararası rant AKP’yi bugün geldiği noktaya
sürüklemiştir.
Özel
hayatın kontrolü ile Suriye’de dış siyasetin kontrolünde sıkışan AKP iktidarı,
Uludere’de açıklayamadığı ölümlerin müsebbibini cemaat bağlantılı bürokratlar
olarak gördü ve intikam duygusu ile cemaate yüklendi. Bu konuda cemaatin veya
onunla bağlantılı kişilerin rolü olsa bile devlet erkini ellerinde
tutanların ne bir sivil toplum
kuruluşunu, ne bir cemaati ne de bir bireyi köşeye sıkıştırmaya, onları
kovalamaya, başbakanın tabiri ile “inlerine girme”ye hakkı yoktur. (Bu
konuda 1894 yılında Fransa’da yaşanan
Dreyfus olayı unutulmamalıdır.) Uludere olayında yanlış istihbarat verenleri
cezalandırıp her vatandaşına eşit davranmak devletin görevi ve sorumluluğudur.
NOT:
Bugün Gülen cemaatine yönelen devlet düşmanlığının ileride başka sivil
toplumlarına yönelmemesi, Türk hukukunun bu konuda zarar görmemesi ve demokratik
devlet normlarınından uzaklaşılmaması adına bu uzlaşmazlığın çözümü için
sorumluların deşifre edilmesi ve suhuletin sağlanması gerekmektedir.
No comments:
Post a Comment