1977 yılından itibaren dindarlaşan ülkücü gençlik
Nizamı Alem dergisi çerçevesinde kendini belirginleşitirir. Alparslan
Türkeş’in Türkçülük vurgusuna rağmen parti içi geleneğin etkisi ile sivrilemeyen
grup daha sonra bağımsızlaşarak yoluna devam eder. Bu grubun gördüğü en büyük
eksiklik partinin tabanı ile tavanı arasındaki uçurumdur. O halde yeni parti bu
boşluğu dolduracaktır.
Ancak bu yeni grup MİT ile yakın ilişki içindedir ve
12 Eylül darbesi solcularla birlikte ülkücüleri de hedef alınca dindar ortam
braz daha güvenli bulunur. Bu ortamda Muhsin Yazıcıoğlu çevresindeki çekirdek
grup Doğu’da PKK ile yüzyüze gelip Kürt politikasında aktif harekete yönelir.
Bunun için dönemin yükselen yıldızı Hizbullah bir marka olarak görülür.
2009 yılında Muhsin Yazıcıoğlu’nun şüpheli ölümü doğudaki Türkiye Hizbullah’ını da eritir. Yazıcıoğlu ile yolan çıkan arkadaşları etkisizleşir. Böylece Kürt açılımın yeşereceği zemin önce Türkçü kökenli Müslümanlar’dan ve tabii ki devletin içindeki bir koldan arındırılır! Bu kez 2013 yılında bölgede faaliyet göstermek üzere HÜDAPAR farklı kadrolarla kurulur/kurdurulur. Bütün bu oluşum AKP’nin devletin kodlarını yeniden kurması ve merkeze kendisini koymasının tezahürleridir.
2009 yılında Muhsin Yazıcıoğlu’nun şüpheli ölümü doğudaki Türkiye Hizbullah’ını da eritir. Yazıcıoğlu ile yolan çıkan arkadaşları etkisizleşir. Böylece Kürt açılımın yeşereceği zemin önce Türkçü kökenli Müslümanlar’dan ve tabii ki devletin içindeki bir koldan arındırılır! Bu kez 2013 yılında bölgede faaliyet göstermek üzere HÜDAPAR farklı kadrolarla kurulur/kurdurulur. Bütün bu oluşum AKP’nin devletin kodlarını yeniden kurması ve merkeze kendisini koymasının tezahürleridir.
Kürt açılımın ikinci adımı Barzani ile ekonomik
temelli kurulan ilişkidir. Barzani’nin Kuzey Irak’tan dünya pazarlarına
çıkarmak istediği petrol, Irak için döşenmiş olan boru hatlarından Akdeniz’e
Türkiye’nin alacağı bir komisyon karşılığı pazarlanır. Böylece Barzani’ye Irak
merkez yönetimiden ekonomik bağımsızlık kapısı da aralanmış olur. Batı’nın
Kürdistan diye adlandırdığı ve Türkiye, Suriye, İran ve Irak arasında yer alan Kürt
nüfusunun yoğun olduğu bölgelerden biri zenginleştirilerek muhtemel Kürt
birliğinin önüne geçilmeye çalışılır, birleşme durumunda liderin kim olacağı
veya hangi grubun önderlik edeceği konusu zamana bırakılır. Bu noktada Türk dış
politikasının göreceli başarılı yürütüldüğü söylenebilir, ancak bunun Irak
merkezi yönetimi ile olan ilişkilerindeki boyutunun ayrıca ele alınması
gerekir. Fakat mantık olarak sınırların muhkemleştirilmesi noktasında Barzani
kartı iyi oynanmıştır denilebilir. Barzani ile yapılan anlaşma aynı zamanda
Türkiye’nin Kuzey Irak’tan petrol çıkaran
Fransız firmalarının bölgeden gelir elde etmesiyle, kötü giden Fransız
ekonomisine katkısı ve Fransa ile bozulan ilişkilerinin yeniden yoluna
girmesinde etkili olmuştur. Aynı şekilde artık Türkiye’yi güvenilir bir ortak
olarak görmeyen ABD Türkiye’yi korumak adına değil ama kendi şirketlerinin (Bunlar
devlet şirketi, değil özel şirketlerdir ve daha önceki blog yazılarımdan
birinde ele alınmışlardır.) çıkarlarının korunması için bölge ile ilişkisini
kesememiştir.
Üçüncü nokta Apo konusudur. Apo ile görüşmeler yürüten
hükumet, Kürt açılımı ile Pandora’nın kutusunu bir daha asla kapanamayacak
şekilde açmış oldu. Ne var ki artık Doğu ve Güneydoğu’dan gelmeyen şehit
haberleri ülke genelinde halkı memnun etti ve AKP yöneticileri hakkındaki
tapelere/ tırlar konusuna/ yolsuzluk
iddialarına rağmen AKP’nin mahalli seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
yolunda devam etmesini sağlamıştır. Kürt açılımında kazan- kazan politikası ile yola çıkan hükumetin Kürt
halkına anadilinde eğitim ve kültürel haklarını verdiğini biliyoruz. Ancak bu kazan-kazan alışverişinde hükumetin hesaplamadığı şekilde PKK da kazandı.
PKK’nın güçkaybedeceğini düşünerek onu Türkiye dışına (Irak’a) iten
hükumet aynı zamanda Barzani ile kurulan ilişki sebebiyle PKK’nın kuzey
Irak’ta daha da etkisizleşeceğini umuyordu. Ancak Suriye ile gelinen noktada
durum böyle olmadı. Burada Almanya da bir aktör olarak devreye girdi. Erdoğan’ın Almanya içindeki Türkler konusunda
izlediği politikadan rahatsız olan, 1980’lerden beri Kürt hareketini ve PKK’yı destekleyen Almanya PKK ile ilişkilerini
bozmadı ve IŞİD bahanesi ile bölgeye ( büyük bir ihtimalle) PKK’ye silah
gönderdi.
Bu kadar çok aktörün devreye girdiği Ortadoğu muamması
tıpkı 1912’de Osmanlının içine düştüğü
ve çözemeyip Birinci Dünya Savaşına sürüklendiği durumu hatırlatıyor.
Ne yapılmalı? Esed ile Doğu Akdeniz petrolleri
konusunda anlaşma zemini yaratılmalı, ilişkiler eski halini almasa da başka
yoldan devam etmeli. IŞİD bizim problemimiz olmamalı, IŞİD ile mücadelede ESAD
yalnız bırakılmalı. Suriye’deki Kürtler Barzani veya PKK’nin eline
bırakılmamalı, Türkiye ile onlar
arasında kader birliği kurulmalı. Bu konuda Suriye Kürtleri ile birkaç noktadan
görüşmeler yürütülmeli. Suriye Kürtleri asla tek bir liderin eline
bırakılmamalı.
Türkiye şu anda Ortadoğu’nun kaybedeni değil ancak
bıçak sırtı denilebilecek çok kritik bir noktaya geldi.
Kolay gelsin.