Translate

Friday, October 10, 2014

MUHSİN YAZICIOĞLU’NUN ÖLÜMÜNDEN BUGÜNE KÜRT AÇILIMI






1977 yılından itibaren dindarlaşan ülkücü gençlik Nizamı Alem dergisi çerçevesinde kendini belirginleşitirir. Alparslan Türkeş’in Türkçülük vurgusuna rağmen parti içi geleneğin etkisi ile sivrilemeyen grup daha sonra bağımsızlaşarak yoluna devam eder. Bu grubun gördüğü en büyük eksiklik partinin tabanı ile tavanı arasındaki uçurumdur. O halde yeni parti bu boşluğu dolduracaktır.

Ancak bu yeni grup MİT ile yakın ilişki içindedir ve 12 Eylül darbesi solcularla birlikte ülkücüleri de hedef alınca dindar ortam braz daha güvenli bulunur. Bu ortamda Muhsin Yazıcıoğlu çevresindeki çekirdek grup Doğu’da PKK ile yüzyüze gelip Kürt politikasında aktif harekete yönelir. Bunun için dönemin yükselen yıldızı Hizbullah bir marka olarak görülür. 
2009 yılında Muhsin Yazıcıoğlu’nun şüpheli ölümü doğudaki Türkiye Hizbullah’ını da eritir. Yazıcıoğlu ile yolan çıkan arkadaşları etkisizleşir. Böylece Kürt açılımın yeşereceği zemin önce Türkçü kökenli Müslümanlar’dan ve tabii ki devletin içindeki bir koldan arındırılır!  Bu kez 2013 yılında bölgede faaliyet göstermek üzere HÜDAPAR farklı kadrolarla kurulur/kurdurulur.  Bütün bu oluşum AKP’nin devletin kodlarını yeniden kurması ve merkeze kendisini koymasının tezahürleridir.

Kürt açılımın ikinci adımı Barzani ile ekonomik temelli kurulan ilişkidir. Barzani’nin Kuzey Irak’tan dünya pazarlarına çıkarmak istediği petrol, Irak için döşenmiş olan boru hatlarından Akdeniz’e Türkiye’nin alacağı bir komisyon karşılığı pazarlanır. Böylece Barzani’ye Irak merkez yönetimiden ekonomik bağımsızlık kapısı da aralanmış olur. Batı’nın Kürdistan diye adlandırdığı ve Türkiye, Suriye, İran ve Irak arasında yer alan Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelerden biri zenginleştirilerek muhtemel Kürt birliğinin önüne geçilmeye çalışılır, birleşme durumunda liderin kim olacağı veya hangi grubun önderlik edeceği konusu zamana bırakılır. Bu noktada Türk dış politikasının göreceli başarılı yürütüldüğü söylenebilir, ancak bunun Irak merkezi yönetimi ile olan ilişkilerindeki boyutunun ayrıca ele alınması gerekir. Fakat mantık olarak sınırların muhkemleştirilmesi noktasında Barzani kartı iyi oynanmıştır denilebilir. Barzani ile yapılan anlaşma aynı zamanda Türkiye’nin  Kuzey Irak’tan petrol çıkaran Fransız firmalarının bölgeden gelir elde etmesiyle, kötü giden Fransız ekonomisine katkısı ve Fransa ile bozulan ilişkilerinin yeniden yoluna girmesinde etkili olmuştur. Aynı şekilde artık Türkiye’yi güvenilir bir ortak olarak görmeyen ABD Türkiye’yi korumak adına değil ama kendi şirketlerinin (Bunlar devlet şirketi, değil özel şirketlerdir ve daha önceki blog yazılarımdan birinde ele alınmışlardır.) çıkarlarının korunması için bölge ile ilişkisini kesememiştir.

Üçüncü nokta Apo konusudur. Apo ile görüşmeler yürüten hükumet, Kürt açılımı ile Pandora’nın kutusunu bir daha asla kapanamayacak şekilde açmış oldu. Ne var ki artık Doğu ve Güneydoğu’dan gelmeyen şehit haberleri ülke genelinde halkı memnun etti ve AKP yöneticileri hakkındaki tapelere/ tırlar konusuna/  yolsuzluk iddialarına rağmen AKP’nin mahalli seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yolunda devam etmesini sağlamıştır. Kürt açılımında kazan- kazan  politikası ile yola çıkan hükumetin Kürt halkına anadilinde eğitim ve kültürel haklarını verdiğini biliyoruz.  Ancak bu kazan-kazan alışverişinde  hükumetin hesaplamadığı şekilde   PKK da kazandı. 

PKK’nın güçkaybedeceğini düşünerek onu  Türkiye dışına  (Irak’a) iten  hükumet aynı zamanda Barzani ile kurulan ilişki sebebiyle PKK’nın kuzey Irak’ta daha da etkisizleşeceğini umuyordu. Ancak Suriye ile gelinen noktada durum böyle olmadı. Burada Almanya da bir aktör olarak devreye girdi.  Erdoğan’ın Almanya içindeki Türkler konusunda izlediği politikadan rahatsız olan, 1980’lerden beri Kürt hareketini  ve PKK’yı destekleyen Almanya PKK ile ilişkilerini bozmadı ve IŞİD bahanesi ile bölgeye ( büyük bir ihtimalle) PKK’ye silah gönderdi.

Bu kadar çok aktörün devreye girdiği Ortadoğu muamması tıpkı 1912’de  Osmanlının içine düştüğü ve çözemeyip Birinci Dünya Savaşına sürüklendiği durumu hatırlatıyor.

Ne yapılmalı? Esed ile Doğu Akdeniz petrolleri konusunda anlaşma zemini yaratılmalı, ilişkiler eski halini almasa da başka yoldan devam etmeli. IŞİD bizim problemimiz olmamalı, IŞİD ile mücadelede ESAD yalnız bırakılmalı. Suriye’deki Kürtler Barzani veya PKK’nin eline bırakılmamalı,  Türkiye ile onlar arasında kader birliği kurulmalı. Bu konuda Suriye Kürtleri ile birkaç noktadan görüşmeler yürütülmeli. Suriye Kürtleri asla tek bir liderin eline bırakılmamalı.

Türkiye şu anda Ortadoğu’nun kaybedeni değil ancak bıçak sırtı denilebilecek çok kritik bir noktaya geldi.
Kolay gelsin.